1. insanların algılayışlarından, bakış açılarından, örümcek fikirlerinden baygınlık geldi artık. doğru ve akılcı düşünen birilerini görünce mutlu oluyorum. hayır benim gibi düşünen değil söylediği şey sağlam zemine bassın yeter ki.

    kadının kadına yaptığını başka kimse yapmıyor zira en büyük mücadelemiz bu bırakın daha erkeğe karşı mücadeleyi. neymiş bir kadın erkeği tavlamak için güzel giyinir, makyaj yaparmış. dünyaya geliş amacımız sürekli birilerine yaranmaya çalışmak çünkü. evi temizler kocasına hizmet eder, güzel giyinir erkeği tavlayabilmek için, gece geç saatte sokağa çıkar yollu olmak için. kitap okur bilgili gözükmek için. kadının özgürlüğü yok. kendine ait yaşam alanı yok. hep bir neden sonuç arar insanlar kadınların üzerinden. "o kadın çirkin zaten giyiminden kurtarmaya çalışmış bak bak!" hiç mi akıllarına gelmez belki kendini öyle iyi hissettiği, mutlu olduğu. sanki ilk insanın dünyaya gelişiyle birlikte kadına bir standart biçilmiş ve ona göre değerlendiriliyor. aynı şey erkekler için de geçerli. bir şeylerin zorundalığı, mutlaklığı neden? hemcinslerim daha bunu anlamadan ben bir erkeğe ne anlatayım? çok basit bir argümanı var bu işin, kadını da insan olarak görelim arkadaşlar, istediği gibi davranabilen, istediğini içme, giyme, giymeme, sevme, sevmeme, sevişme, sevişmeme düşünme, düşünmeme özgürlüğü var. kabullenmeyebilirsiniz ama üzgünüm var. üçüncü dünya ülkesiyiz farkındayım ama takılmayın artık böyle şeylere çok, azıcık kalmış umudumu tüketmeyin yaşama dair ne olur.
  2. insanlara olan güvenimi yitirmeye başladığımı hissediyorum. bu yüzden şu sıralar soyut ve gerçek olmayan şeylere yöneldim. bu boktan bir his ancak elbette kendi başıma yapmadım. sanırım uzun süre aşka dokunmayacağım. onun bana dokunmasını bekleyeceğim. geçmişe dönmeden, geleceği tahmin etmeden, dediğim gibi hiç dokunmadan yani.

    bazen böyle bir kuyu gibi oluyor içim. dışarıdan içeriye doğru bağırdığımda yankılanıyor her yanı. aynı sesle. aynı tınıyla. içinden söküp attığım, kuyudan yukarı kazıya kazıya fırlattığım her şeyin yankısına benziyor sanki bu. ya da ben öyle saçmalıyorum. keşke bir sincap filan olsaymışım. masum ve net. ya da bir ağaç. bir kavak mesela. hayır o çok uzun, kuyu kadar. hem her rüzgarda sallanmak istemiyorum. zaten insanken yeterince yaşıyorum bu sallantıyı. sebepler farklı. insanlar da mesela çok tuhaf. birlikte sözler verip düşler kurup bir süre sonra ayrılıp hiçbir şey olmamış gibi sürüp geçiriyorlar hayatlarını. hiçbir şey olmamış gibi yaşamak çok zalimce. en iyisi soyut yaşamak, gerçeklikten uzak ve bir o kadar bağımsız. ve ben de hikayeme üçüncü şahıs olarak devam ediyorum şu anlık. hikaye geliştikçe boka sarıyor ama bakalım. ana karakter çok salak. keşke ölse.
  3. geçmişte yaşanılanların aşırılığı, duygu yükü, belki de duygusuzluğa ve tepkisizliğe gebe oluyor. nihayetinde zihni allak bullak eden ve bir ceket gibi giyilen bu tepkisizlik hali bir boşluğun içinde bulduruyor insanın kendisini. bugün kendime yönelik olarak "boş bakmak" ifadesini duydum. çoğu zaman kendimi ele verdiğimi düşünmesem de bazı insanlar bunu sezebiliyor. bunu duymak, kendimi bilmek yolunda bir adımdı.

    kendimi biliyorum.

    kocaman bir boşluğun içinde dönüp dururken somut olarak da hareketlerim, bunu yansıtıyormuş. içimin dipsiz kuyularında kaybettiğim ruhumu, nerede kaybettiğimi bilmeden, aramaya koyulmadan yaşıyorum. aramaya koyulmaya cesaretim yok. ne vakit içime dönsem bir çığlık duyuyorum. sessiz bir çığlık. ciğerleri kurumuş, elleri buz tutmuş, gönlü soğumuş bir çığlık. işte o çığlık ürkütüyor beni. ya bir gün sese bürünürse? belki de o vakte kadar kimse kalmayacak etrafımda duymaya aşina olduğum o çığlığı...
  4. “çocukluğu olmayanın büyüklüğü de olmazmış.”

    şükrü abi’nin dediğine hak veriyorum. yaşamayı beceremiyorum. sanırım öğretilmemiş hiç. öğrenememişim hiç. doğru nedir, nerede olmalıdır, yanlış nedir, neden olmamalıdır vesaire. hep kendim öğrenmeye, kendime öğretmeye çabalamışım. nitekim bu da yaşamayı geciktirmiş. ne zaman çocukluğumdan bahsedecek olsam boğazıma dizilir bütün çocuk yaşlarım. tıkanır. çeviririm lafı. mahallede misket oynardık biz. ezcümle, hiç diğer kız çocukları gibi büyümedim. tasolarım vardı, arabalarım, misketlerim, askerlerim... ancak içimi diri tutan askerler dondurucu soğukla savaşamayıp birer birer gömüldüler o toprak yığınına.

    yaşamayı beceremedim hiç. şükrü abi haklı. bizim evde konuşmazdı kimse. konuşulduysa da kavgadandır. konuşulduysa da sesler yüksektir. yaşam buydu benim için. içimde beslediğim, öğrendiğim öfke etrafımdaki insanları birer birer hırpaladığında anladım. onlar gibiydim. insan biraz da evidir aslında. onu paylaşır diğer insanlarla. sevgiyi yaşatmayı beceremem. orantısızdır hep. her kış kar yağdığında pencereye koşup tek tek düşen kar tanelerini seyrederdim. sanırdım ki ben uyumadığımda gündüz olmaz. sormamalıydım çünkü evde herkes öfkeliydi. öğrendim sonra.

    şükrü abi haklı. bir gün olur da karşılaşırsak eğer, soracağım ona. büyüklüğü olmayanın yaşaması nasıl olurmuş?
  5. kafamda kurbağa var. kafamda binbir türlü yanılgılar. kafamda yaşamı kazanamayışın endişesi ve nahoş sersemliği var, umutsuzluğun otoportresi var. kafamda bini bin para rüyalar. kafamda bir ağrı, ürkek bir sıkıntı var...

    ağrıyan eklemlerim, sigaramın külü, başımda dönen ateş böceklerinin sesi, havanın solukluğu, içimin titreyişi, sessizliğimin karartısı, açtığım şarkının kısıkça tınısı geceme eşlik ederken, gözümden dökülen her yaştan öpüyorum. küçükken gözyaşımın tadını merak edip her ağlayışımda parmağıma dolayıp tadına bakardım. hiç büyümemek için çabalasam da zamanın akışı çok hızlı. çok agresif.

    bu akışta yaşam, attığın üç adımın hesabını beş kez ödeyeceksin der gibi üzerime çöküyor. fakat, hep umduğum gibi, cesaretlendiğim gibi yine dördüncü adımı atıyorum. kadın uyuyor. sigaramın külü kayboluyor. ateş böcekleri ölüyor. şarkı sona eriyor. gözümden dökülen yaşlar tabakalaşıyor. gün doğuyor. ben uyuyorum.
  6. en acısı da sanırım, içim benliğime sığmayacak kadar doluyken, bunları cümlelere dökecek gücü ve sözcükleri bulamamam, ve bir bütün haline getirememem. çünkü her yerden, çünkü öyle küçük küçük parçalar var ki, sanki etrafıma üşüşmüş yüzlerce an, irili ufaklı, öteden beriden bir arının iğnesini sokar gibi yokluyor. anlatacağım bir insan olmayınca sorarım hep kendime, neyin var mitoz? sonra sıralarım. ve onları tahlil etmeye başlarım. fakat bu beni o kadar yoruyor ki artık. her şey, acısıyla yaşanmalı derdim. eğer sen onu istiyorsan acısına katlanmalısın derdim. unutmuşum ki bu acılar bir çığ oluşturduğunda üzerime çökecek. şimdi öylece, sessizliği arıyorum. içimin gürültüsünden kaçamayıp sürekli aradığım sessizliği. ama ne gürültü!